“Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden abdühu ve resulühu” dediğimizde İslam dininin ilk şartını yerine
getirmiş oluyoruz. Kelime-i Şehadet söylenmeden, hiç kimsenin İslam dinine
girmiş sayılmadığı, ondan diğer vecibelerin beklenemeyeceği bir gerçek.
Anlamı da genellikle bilinir,
ama tekrarlamakta fayda var. “Şehadet ederim ki, Allahtan başka ilah yoktur, ve
Hz. Muhammed de onun kulu ve elçisidir.”
Şimdi M.S. 600’lerde ortaya
çıkan ya da çıktığını zannettiğimiz bu sözün, biraz farklı da olsa, ortaya
çıkmasından tam 2000 sene önceki halini görelim. “Aton’dan başka Tanrı yoktur,
Akhenaton onun elçisidir ve ışığını bize
ulaştırır.”
AKHENATON
Akhenaton tahta çıktığındaki
adı 4. Amenhotep(Amenofis)’ti. Diğer
firavunlarla karşılaştırdığımız zaman, hakkında çok az şey biliyoruz. Çünkü
Akhenaton’un adı ardılları tarafından tarihten silindi. Hatta, bu eski Mısır’da
en kötü ceza olarak bilinse de, mezarından bile silindi.
Bu yazıda zaten bu cezalandırmanın nedenleri üzerinde
duracağım. Akhenaton’la ilgili resmi tarih bilgisi isteyen okurlar için birçok
kaynak önerebilirim. Ama resmi tarih anlatmayacağım, tam tersine remi tarihe
ters sorgulamalar yapacağım.
Resmi tarihe göre
Akhenaton, 18. hanedanın son firavunlarından biri olarak, M.Ö. 1353–1336
yılları arasında, 17 yıl hüküm sürdü. Babası 3. Amenhotep’in son dönemlerinde
bir süre kral naipliği yaptı ve babasının ölümünün ardından tahta çıktı. Annesi
Tiya soylu bir ailenin kızı olmayan, halktan gelen ilk kraliçedir. Tiya bazı
kaynaklara göre 3. Amenhotep’in veziri olan, yaşamı sırasında Mısır’ı etkin bir
şekilde yönettiği için çok onurlandıran ve Mısır tarihinde ilk kez Kral
Vadisi’ne gömülen sıradan ölümlü olan Yuya’nın kız kardeşi, bazılarına göre de
kızıdır. Halktan gelmesine rağmen döneminde firavuna denk bir güç olarak ülke
yönetiminde yer almıştır.
4. Amenhotep adıyla tahta çıkan genç
firavun, iktidarının ilk yıllarında “Amon mutludur” anlamına gelen adını,
“Aton’un ruhu ya da Aton’un hizmetkârı” anlamına gelen Akhenaton olarak
değiştirdi.
Ve bilinen tarihte ilk kez, tek Tanrıya
inanan bir din kurdu. Bu dinin kurallarını birazdan inceleyeceğiz. Çok Tanrılı
Mısır’da bu büyük devrimi gerçekleştirebilmek için, o zamanki başkent olan Teb’den
300 kilometre
uzakta, bugünkü adıyla Tel el Amarna’da Akhetaton(Aton’un ufku) adlı yeni bir
başkent kurdu. Bu şehirde ilk kez tek Tanrı için bir mabet inşa etti.
İktidarda kaldığı süre içinde, kurduğu
bu yeni dinin yayılmasına ağırlık verdi. Tıpkı babası gibi o da diplomasi
ağırlıklı ve barışçı bir dış politika izledi. Kiya ve Nefertiti isimli iki eşi
oldu. Kiya’dan, kesin olmamakla birlikte, 2 oğlu, Nefertiti’den 6 kızı dünyaya
geldi.
Nedeni bilinmeyen ama oldukça şüpheli
ölümünden sonra, olanlar da kesin bilinmemektedir.
Ancak kendisinden sonra tahta
çıkanların tahtta kalış süreleri ve kimlikleri konusu daha da karışıktır.
Hemen ardından tahta çıkan
Semenkare’nin babası, yaşı, hatta cinsiyeti bile belirsizdir. Bazılarına göre
Akhenaton’un kardeşi, bazılarına göre eşi Kiya’dan oğludur. Bazıları ise onun
bir kadın olduğunu iddia ederler. Akhenaton’un kızı Meritaton’la evlenmiş, ve
çok kısa süren iktidarından sonra –ki bu konu da kesin değildir- Meritaton
tahta geçmiş, arkasından vezir Ay kendisini firavun ilan etmiş, son olarak yine
akrabalıkları konusunda çok az şey bildiğimiz, ancak bozulmamış mezarı
sayesinde Mısır hakkında çok şey öğrendiğimiz meşhur Tutankamon tahta geçmiştir.
Tahta geçiş ismi Tutankaton’dur, ancak daha sonra Amon rahipleri tarafından
adının değişmesine ikna edilmiştir.
Sonra iktidara gelen, ordunun başındaki
general Horemheb’tir. Horemheb ve ardılları, Akhenaton ve Horemheb’e kadarki
bütün firavunları tarihten silmiş ve kraliyet kayıtlarına göre, 3. Amenofis’ten
sonra iktidara Horemheb gelmiş gibi düzenlemeler yapmışlardır.
İBRAHİMİ DİNLERİN KÖKENİ
Bu kısa tarihçe aslında çok
önemli değil. Çünkü, resmi tarih her zaman sonraki iktidarlarca yazılır. Bu
yüzden, hele tarihin değiştirildiği bu kadar ortadayken, resmi tarihi boş
verelim ve alternatif tarih kaynaklarından yola çıkarak, hakikati arayalım.
Birazdan bahsedeceklerimin tümü, yazılı kaynaklarda yer
alıyor. Benim katkım sadece bunları toparlamak ve aradaki bazı kopuklukları
fikir yürüterek tamamlamak oldu.
Şimdi, kutsal kitaplardaki ve resmi kayıtlardaki tarihi
değil, farklı bir bakış açısını değerlendireceğiz.
Milattan önce 1600’lere
gidiyoruz. Hz. İbrahim’in ülkesi Harran’a. Harran’da o zamanlar Mittani
Krallığı hüküm sürüyor. Tıpkı Hititler gibi, onların nereden geldikleri
belirsiz, ama İndüs ve aryan kökenleri biliniyor. Büyük olasılıkla
Hindistan’daki eski İndüs uygarlığının mirasçıları.
Mittani Krallığı’nda yaşayan
Abram, kutsal kitaplarda olduğu gibi birden tek Tanrıya inanmaya başlamıyor,
okuyor, araştırıyor, düşünüyor. Tıpkı bizlerin yapmaya çalıştığı gibi hakikati
arıyor. Sonra tek Tanrı inancı güçlenince, etrafındakilerle arasında bir fikir
ayrılığı oluşuyor. Bazılarına göre zulüm görüyor, bazılarına göre ise, zulüm
görmemek için Harran’a geliyor. Harran bazı kaynaklara göre dünyada ilk kurulan
yerleşim, Hz. Adem’in şehri. Dünyanın ilk üniversitesi ve ilk rasathane orada
kuruluyor. Abram oradan da önce Filistin’e sonra Mısır’a geçiyor.
Bu yolculuklar sırasında
adını Abraham olarak değiştiriyor. İsimdeki “Brahma” benzerliği oldukça dikkat
çekici, çünkü Brahma Hint inanışında gücü herşeye yeten, herşeyi yaratmış olan
ve her zaman var olan Tanrının adı. Mittani uygarlığının İndüs kökenli olduğu
düşünülürse, Hint Tanrılarının en güçlüsü Brahma’ya inanmaya başlamış ve adının
da bu yüzden Abraham yapmış olması kuvvetle muhtemel. Yani tek Tanrı inancının
olası kökeninde Hint inanışları olabilir. Burada daha az yaygın bir başka bilgi
daha var, bu teze göre aslında Abraham Mittani kralı Artatama’nın ta kendisi…
Abraham (Hz.İbrahim) sadece
İslam dinine göre Mekke’de Kabe’yi inşa ediyor, diğer tek Tanrılı dinlerde bu
yok. Aslında ilk tek Tanrı mabedi Kâbe. İnanca göre oğlu Samuel-İsmail ile
birlikte Kâbe’nin sütunlarını dikerken Allah’a dua etmişler ve Kâbe’yi tek Tanrının
evi olarak kutsamışlar. Ama burada ilginç bir detay daha vardır, bizdeki adıyla
İsmail Kâbe’yi korumak için Mekke’de kalır. Ve Hz. Muhammed’in ailesi
Kureyşliler, ve Mekke’deki diğer 3 büyük aile, soylarını Hz. İsmail ve Hz.
İbrahim’e dayandırırlar. Yani aslında bu iddiaya göre, Hz. Muhammed, Abraham’ın
soyundandır. Ve Hz. Muhammed, birer Yahudi olan Hz. Musa ve Hz. İsa ile
akrabadır. Bu birazdan göreceğimiz şekilde “sünnetli” olmasını da açıklayan bir
donedir. Diğer taraftan bazı yorumcular, Hz. Muhammed’in dinini yayarken, diğer
tek Tanrılı dinlerin, ve başta o zaman hâkim durumda olan Musevilerin tepkisini
çekmemek için, kendi atalarını da Hz. İbrahim’e dayandırmak istediğini iddia
ederler.
Neyse biz konumuza dönelim. Abraham
Mısır’a gelir. Mısır’da Maat yasası uyarınca kölelik asla olmamıştır. Bu bilgi
çok önemli. Devlete vergi borcu olanların bazıları şimdiki kamu hizmeti
cezaları gibi, devlete borçlarını emekleriyle ödemektedirler, ama hiçbir zaman
tarihte anladığımız şekliyle bir efendi-köle ilişkisi olmamıştır ve hiçbir
zaman Yahudiler Mısır’da köle olmamışlardır. Abraham Mısır’da yerleşir. Abraham
ve yanındakiler Mısır’da güçlenirler. Hatta Hiksos dönemi denen, “çöl
prensleri”nin gelip Mısır yönetimini ele geçirmeye çalıştıkları dönem olması
sebebiyle, belki de doğrudan iktidara gelirler. Ama Hiksos’ların Abraham ve
soyundan geldiklerine dair bilgileri şimdilik bir kenara bırakalım.
YUYA-HZ. YUSUF
Mısır’da güçlenen yeni
göçmenlerden bir tanesi Firavun’un sarayında baş vezirliğe kadar yükselir. Bu
Yuya’dır. Yani bizim bildiğimiz adıyla Hz. Yusuf. Mumya resimlerinde de görüleceği gibi, Yuya
tam bir Asyalıdır. Modern Mısır tarihçileri kabul etmek istemese de hiçbir
şekilde dönemin Mısırlılarına benzememektedir. Bu farklı fiziği aslında “güzel”
olması efsanesiyle de örtüşmektedir.
Yuya-Hz.Yusuf daha önce
sıradan hiçbir insana verilmeyen ünvanlar ve yetkilerle Mısır’ı mükemmel bir
şekilde yönetirken, bazı kaynaklara göre kızı, bazılarına göre kız kardeşi olan
Tiye’yi Akhenaton’un babası 3. Amenofis’le evlendirir. Yani kraliyet ailesine
kendi kanının da katılmasını sağlar. Yani artık firavun ailesi de, sonra
doğacak olan Akhenaton da Abraham’ın torunlarıdır. Bu bölüm de önemli, çünkü daha sonra bu kanı
taşıyanların Mısır’da iktidardan uzaklaştırılmasına, hatta tarihten
silinmelerine de tanık olacağız. Ama aynı şekilde, tek Tanrı’lı dinlerin bütün
peygamberleri gibi, Akhenaton’un da Abraham’ın genlerini taşıması da çok
ilginç.
Yuya Abraham’ın Harran’dan
getirdiği tek Tanrı fikrine bağlı kalmayı sürdürmektedir. Eski Mısır’da o
zamanki adıyla On adını taşıyan Heliopolis’te zaten gizliden gizliye öğretilen
bir tek Tanrı bilgisi vardır. Bu inanca göre Ra en büyük Tanrıdır, ve aslında
diğer Tanrıların da Tanrısıdır. Zaman içinde Ra-Horus, yani Re-Herakhti adını
almıştır, ama gizli bir kardeşlik örgütü, Heliopolis’te, hangi tarihten ve
hangi uygarlıktan geldiği belli olmayan bir tek Tanrı bilgisini korumaya devam
etmişlerdir. Osiris rahipleri de aynı bilginin koruyucularıdır. Yuya’nın
atalarının tek Tanrı bilgisi ve Mısır’da kapalı bir çevrede korunan bu tek Tanrı
bilgisi dünyaya yayılmak için zaman kollamaktadır.
Yuya torunu ya da yeğeni olan
ve tahta 4. Amenofis adıyla çıkması beklenen delikanlıda, aradığı öğrenciyi
bulmuştur. Genç kral adayına, tek Tanrı
bilgisini ve sevgisini aşılar. Ve onu tek Tanrı inancına gönülden bağlar.
4. Amenofis tahta çıktığında,
henüz gençtir. Tıpkı Yuya gibi, tek Tanrıya inanan bir aileden gelen ve güçlü
bir kadın olan annesi Tiya’da onu etkilemiştir. Yuya’nın iktidarı sırasında atalarının
yurdu olan Mittani Krallığı’yla ilişkiler güçlendirilmiş ve Mittani Kralı’nın
kızı Kiya babası 3. Amenofis’le evlendirilmeye gönderilmiştir. Fakat o
yoldayken 3. Amenofis ölünce yeni firavun gelen prensesle evlenmek zorunda
kalır. Kiya’da Mittani-Harran-Sümer inançlarının takipçisidir ve tek Tanrı
fikrini onaylamaktadır.
Sonra birden ortaya Nefertiti
çıkar.
Nefertiti’den nereden
geldiğini kimse bilmemektedir. Adı “güzellik geldi” anlamındadır. Bazıları
bunun “güneyden ya da uzaktan gelen güzel” olduğunu iddia etseler de, her
halükarda bu isim Nefertiti’nin gerçek adı değildir, bu isim sonradan
konmuştur. Nereden geldiği meselesi bugün hala bilinmemektedir. Büyük
olasılıkla Yemen’den yani Saba ülkesinden gelen bir Saabidir, Mittani
krallığından gelen bir prenses, hatta Isis’in yeniden bedenlenmesi olduğunu
iddia edenler olmuştur. Nefertiti gelir gelmez Akhenaton’un bir numaralı eşi
durumuna gelir. Her yerde Akhenaton’un yanında yer alır. Ve Akhenaton’un
inancını paylaşır. Akhenaton’a 6 kız evlat verir.
TEK TANRILI İLK DİN KURULUYOR
Nefertiti ile evlenir
evlenmez, Akhenaton Aton dinini ortaya atar. Aton aslında eskiden beri bilinen
bir Tanrıdır. Babası 3. Amenhotep de Aton için adaklarda bulunmuştur. Ancak
yeni dinde çok Tanrılı panteon ortadan kalkar. Aton tek Tanrıdır, başka Tanrı
yoktur.
Bu devrimi, çok güçlenen,
adeta her devlet kararı için fetva alınmak zorunda kalınan Amon rahiplerinin gücünü
azaltmak için yapıldığı iddiasıyla küçümsemek isteyen yorumcular vardır. Oysa
ilk kez tek Tanrılı din bir devlet dini olarak ortaya çıkmıştır, ve Akhenaton
bu tavrıyla çok büyük mücadeleleri göze almıştır. Bu yüzden sadece politik bir
hareket olduğu iddiası kesinlikle yanlıştır, ama devrimin doğal bir sonucu
olarak, Amon rahiplerinin, ve diğer çok Tanrılı dinlerin rahiplerinin gücü çok
azalmıştır.
Akhenaton’un yeni dinini
biraz uzunca inceleyeceğiz.
Önce Akhenaton’un Tanrısı
Aton’a yazdığı şiirle başlamak gerek.
Tanrı,
uludur, birdir, tektir.
Ondan
başkası yoktur.
Bir
tanedir,
O’dur
her varlığı yaratan.
Bir
ruhtur Tanrı, görünmeyen bir ruh…
Ta
başlangıçta vardı Tanrı.
Tek
varlıktı o.
Hiçbir
şey yokken o vardı.
Herşeyi
o yarattı…
Ezelden
beri gelen varlığı,
Ebediyete
kadar sürecek.
Gizlidir
Tanrı, kimse görmemiştir onu.
İnsanlara
ve yarattıklarına sır kalır her zaman…
Bu şiirin altına imza
atmayacak herhangi bir tek Tanrılı din mensubu var mıdır? Akhenaton’un tek Tanrısına
yazdığı bu şiir, bizlerin bugünkü inançlarının içinde aynen mevcut. Hatta ilk iki dizede, İslam dinindeki “Allah-ü
ekber”, ve “La ilahe illallah” bile var. Ama bu metnin bildiğimiz tarihteki ilk
metin olması özelliğini vurgulamak gerek. Çünkü, biraz sonra detaylarını
göreceğimiz şekliyle, aslında bütün dinlerin kökeninde bu mesajlar var.
Akhenaton’un Tanrısı Aton,
bir güneş diskiyle sembolize ediliyor. Başka bir şekli yok. Halbuki o güne
kadar bütün Mısır Tanrıları ve hatta başka kültürlerdeki Tanrılar da, hep
formlarla, insan ya da hayvan figürleriyle sembolize edilirken, Aton’un hiçbir
formu yok. Sadece gökteki güneşle gösteriliyor. Bu konuda çok ilginç, çünkü varsayılan
Mu Uygarlığı’nda da, dünyada bir anda ortaya çıkan Sümer, Mısır, Maya ve
Harran’daki Sabilere kadar bir sürü kültürde de tek Tanrı hep güneş sembolüyle
açıklanmıştır.
Burada Aton’un Akhenaton ve
Nefertiti’yle nasıl resmedildiğine biraz bakmak gerek. Resimlerde Firavun
insanlaşıyor ve eşiyle eşit. Çocuklarını şefkatle seven bir baba. Dönemin
sanatının bir cilvesi, Akhenaton’un bazı heykelleri, onu, yine sembolik olarak
eril ve dişili kendinde birleştirmiş olduğunu anlatmak için, feminen yönleriyle de gösterince, hasta
olduğu ya da cinsel tercihleri sorgulanmış. Ama ona ait resim ve heykellerin
çok büyük bir çoğunluğunda normal bir insanken, şu anda Kahire Müzesi’nde
olduğu için en çok bilinen heykelinin referans alınması bir bilgi eksikliği…
Dini incelerken ilk dikkat
etmemiz gereken Aton sözcüğünün kökeni. Hermetik öğretide tek Tanrının adı
Atum. Aton sözcüğüne çok benziyor. İkincisi tek Tanrının İbranicedeki
isimlerinden biri olan Adonai sözcüğü. Üçüncü benzer kavram, aynı isimli
bilinen Tanrıdan farklı olan, Suriye’deki tek Tanrı olan Adonis. Aton kendi kendisini yaratmış, ve daha sonra
herşeyi yaratmış olan ve daha önce hiç rastlanmadığı şekliyle hem anne hem de
baba olan bir Tanrı. Her iki cinsiyeti de taşıması çok önemli, çünkü evrensel
düaliteyi kendinde birleştiren bir Tanrı fikri ilk kez gündeme geliyor. Aynı
şekilde Akhenaton da kendisini Mısırlıların hem babası, hem de alışık
olunmadığı tarzda, annesi olarak konumlandırıyor. Yani eril ve dişilin, Rahman
ve Rahim’in, siyah ve beyazın bileşkesi…
Aton bütün evrenin Tanrısıdır.
Bu da yeni bir kavram olarak gündeme gelir, çünkü bundan önce Tanrılar güney ya
da kuzey Mısır’ın, ama çok daha önemlisi sadece Mısır’ın Tanrılarıyken, düşman
hatta barbar kabul edilen ülkelerin de Tanrısı olan bir tek Tanrıdır. Bu da
büyük bir devrimdir, çünkü bazı Tanrıların kişisel olduğu, ailenin diğer
bireylerinin bile aynı Tanrıya tapamadığı bir dönemden bahsediyoruz. Bir Tanrının,
size kötülük yapanların da Tanrısı olabileceğini o dönemlerde kabul etmek çok
zor. Yani hayır ve şerrin o tek Tanrıdan geldiğini hazmetmek…
Aton’un en önemli özelliği
her zaman olumlu olmasıdır. Daha sonra gelen tek Tanrılı dinlerin Tanrı
fikirleri, bazen şefkat, bazen şiddet mesajları verirken Aton her zaman
barıştan, sevgiden yanadır. Tanrının celal yüzleri yok gibidir. O her zaman hem
baba, hem anne şefkatinin sembolüdür. Daha sonra Yehova’nın ve İslamiyet’teki
Allah’ın cezalandırıcı vasıflarına sahip değildir. Bu da tek Tanrılı dinlerin ılımlı
izleyicilerinin, ve belki de sırf bu yüzden izlemeyenlerinin aklındaki Tanrı
fikrine daha uygun bir modeldir. Ceza, ateşlerde yakmak, cehennem gibi
kavramlardan uzak bir tek Tanrı…
Aton bütün yaratılışın Tanrısı
olarak hem kadınların hem erkeklerin Tanrısıdır. Akhenaton ve Nefertiti onun
iki yönünü sembolize edecek şekilde bütün resimlerde hep beraber sembolize
edilmiştir. Yani aslında kutsal üçleme Aton-Akhenaton-Nefertiti olarak
oluşmuştur. Akhenaton’un bir diğer şiirinde “yumurtaya can veren” Tanrı olarak
geçen Aton, “kendi birliğinde, milyonlarca formu” olan Tanrı olarak açıklanır.
Yani aslında tasavvuftan kabalaya kadar, bütün ezoterik yolların mesajı bu
cümleyle özetlenir.
Aton sadece ışıktır. Işık ya
da nur ve ziyadır. Öğle vakti gölgeler yok olduğunda, yani ışığın zirvesinde, o
da gücünün zirvesindedir, ve inananlarını destekler.
Dinin temel kuralları
şöyledir:
•
YARATILIŞA İNANILIR.
•
RUHUN VARLIĞINA VE ÖLÜMDEN
SONRASINA İNANILIR.
•
ÖLEN KİŞİLER İÇİN CENAZE
TÖRENİ YAPILIR.
•
ÖLEN KİŞİ DÜNYADA
YAPTIKLARINA GÖRE YA ÖDÜLLENDİRİLİR YA DA CEZALANDIRILIR.
•
İBADETHANELERE GİRMEDEN ÖNCE
RİTÜELİK BİR TEMİZLİK YAPILIR, TEMİZLİK ÇOK ÖNEMLİDİR.
•
CİNSEL İLİŞKİDEN SONRA BÜYÜK
BİR TEMİZLİK YAPILIR.
•
İBADETHANEDE SECDE EDİLİR.
•
DİNİ BİR EYLEM OLARAK HAYVAN
KURBAN EDİLİR.
•
ERKEKLER SÜNNET EDİLİR.
•
DOMUZ ETİ YENMEZ.
•
PUTLAR YASAKTIR, HİÇ BİR
ŞEKİLDE PUTA TAPILAMAZ.
Burada durmak lazım. Abdest,
sünnet, domuz eti, kurban, secde ve bildiğimiz kuralların çoğu zaten burada. Özellikle
sünnet çok önemli. Hz. İbrahim’in Mısır’a gelirken neden sünnet olduğunu şimdi
daha iyi anlıyoruz, çünkü Mısır’daki seçkinlerin arasına kabul edilebilmek için
bu detay yaşamsal. Aslında sünnet bir işaret. Ölülerin canlanacağı gün,
kimlerin seçkin olduğunu gösterecek bir gösterge. Ama Musevi inancının, ve
İslam dininin bir kuralı olması, sadece Hz. İbrahim’in Mısır’da kabul
edilebilmek için razı olduğu bir işlem olmasından kaynaklanıyor. Hristiyanlıkta
olmasa da, bir Yahudi olan Hz. İsa da, Hz. Muhammed de sünnetli. Zaten sünneti
izlediğimizde dinler tarihini çok daha iyi anlayabiliyoruz.
İbadet konusu da ilginç. Her
sabah, her öğlen, ve her akşam tapınakta toplanan halk, hep bir ağızdan, baştaki
örnekte olduğu ve adeta Kelime-i Şehadet getirir gibi, “Aton’dan başka Tanrı
yoktur, Akhenaton onun elçisidir ve ışığını bize ulaştırır” demektedir.
Ayinlerde Firavun Akhenaton ve Nefertiti de halkla birlikte yer alırlar. Hiçbir
şekilde ruhban sınıfı yoktur. Evet, tek rahip Akhenaton’un kendisidir, ama
başka bir aracı yoktur.
Başlangıçta Akhenaton
hoşgörülüdür, Aton dinini halka hoşgörüyle aktarmaya çalışır. Bir sabah
ayininde, güçlerini kaybettikleri için Amon rahiplerinin organize ettiği bir
suikasttan kurtulunca, sertleşir. Bütün tapınaklarda diğer Tanrılara ait
resimleri, heykelleri yok etmeye başlar. Tarihin ilk put kırıcısı haline gelir.
Ve tek Tanrılı dinlerdeki puta tapmama geleneğini başlatır. Hz. Musa ve Hz.
Muhammed’in put kırma hikayelerinin ilhamı da Akhenaton’dan gelir.
Hayatının geri kalanını
Aton’a ibadetle ve onun için şiirler yazmakla geçirir. Ölümünden 3 yıl kadar
önce, Nefertiti geldiği gibi esrarengiz bir şekilde kayıtlardan çıkar. Kızı
Meritaton onu yerine geçer. Birçok kaynak, Nefertiti’nin Akhenaton’un beklenen
ölümünden sonra idareye geçmek için saklandığını, ya da daha büyük olasılıkla
kimlik değiştirdiğini savunurlar.
Ve bir gün Akhenaton ölür.
Ölümü kesinlikle şüphelidir. Çok büyük olasılıkla zehirlenerek öldürülmüştür. Yerine
Semenkare geçer. Semenkare ilginç bir kişiliktir. Akhenaton’un Kiya’dan olma
üvey kardeşi, oğlu, üvey oğlu olması olasılıkları vardır. Ama çok daha büyük
bir olasılık, onun kılık değiştirmiş bir kadın olduğudur. Semenkare’nin iktidarı kısa sürer. İddiaya
göre Amon rahiplerinin bir şifa çalışması sırasında öldürülür. Zaten
Akhenaton’un ölümünden sonra dinin karizmatik lideri kaybolduğu için dinin takipçileri
zaten huzursuzlaşan halk ve Amon rahipleri karşısında zayıflamışlardır.
Bir süre Meritaton ülkeyi
yönetir. Fakat onun da gücü giderek artan muhalefeti bastırmaya yetmez ve bir
süre sonra vezir Ay başa geçer. Ay görünürde Amon rahiplerini rahatlatacak
tavizler verir, ama aslında mezarına Akhenaton’un Aton için yazdığı şiiri
koyacak kadar Aton dininin içindedir.
EXODUS-GERÇEK HİKAYE
İşte tam bu dönemde, artık
dinin ve takipçilerinin Mısır’da yaşamlarını sürdüremeyecekleri ortaya çıkar.
Mısır soylularından, ve aslında Abraham ve Yuya’nın kanından gelen, adı o zamanki
Mısır dilinde “oğul” anlamına gelen Moses(Hz. Musa) devreye girer. Gerçekte
yaşayıp yaşamadığı tarihi kayıtlarda yoktur. Kimin oğlu olduğu konusunda farklı
fikirler vardır. Sigmund Freud, ölmeden önce yazdığı son kitabında, onun Akhenaton’un
kendisi olduğunu bile ileri sürer. Hz. Musa’nın liderliğinde Mısır’dan
ayrılmanın yollarını ararlar. Ve Hz. Musa’nın ve Yuya ve Abraham’ın akrabaları
olan çöl kavmi Habiru’lar (Hebrew) Kenan
yani Filistin bölgesinde yaşamaktadırlar.
Dinin takipçileriyle
birlikte, ve Firavun’a rağmen değil, tam tersine, bu dinin ve bu kavmin
Mısır’dan bir an önce uzaklaşmaları için Firavun’un kolaylaştırıcı desteğiyle
Mısır’dan ayrılırlar. Zira o dönemde, büyük bir grubun yürüyerek yaptığı uzun
bir yürüyüşü, bir atlar ve arabalarla dolu bir ordunun durduramaması imkânsızdır.
Ayrıca, yine aynı dönemde, Akhenaton ve sonrası tarihten silinmeye çalışılsa
da, Mısır’da olağanüstü bir devlet kayıt sistemi vardır, ve Kızıldeniz’in ikiye
ayrılmasından ya da herhangi bir askeri kayıptan asla söz edilmemektedir.
Hz. Musa Aton-Adonai adlı Tanrısını,
geldiği yerde bulduğu uzak akrabalarının ve yerel halkın şiddet dolu yanardağ Tanrısı
olan Yehova’yla birleştirir. Burada ilginç bir not da Hz. Musa’nın konuşamaması
meselesidir. Hz. Musa Mısır’da büyümüş bir Mısırlı olarak elbette yerel dilde
konuşamaz, ve aslında Hz. Musa hariç bütün erkek çocukların öldürüldüğü
iddiasına rağmen nasıl varolduğu belli olmayan kardeşi Hz. Harun onun
tercümanıdır. Kurulan yeni dindeki rahipler, daha sonra çok tartışılan bir
şekilde sadece Mısır’dan gelen ailelere bırakılmıştır. Yerel halk rahip
olamamıştır, çünkü gerçek bilgi ve sır, aslında dinin kökeninin Mısır’da olduğunu
ve Akhenaton’u saklamaktadır. Ve din ikiye ayrılmıştır. Dışarıdakiler için
sert, Yehova ağırlıklı din, Mısır’dan gelen içerdekiler için yumuşak, Adonai ve
Elohim ağırlıklı din, yani Kabala.
Freud’a göre puta tapmaya
devam etmek isteyen Yahudiler Hz. Musa’yı öldürmüşlerdir. Öyle olmasa bile, en
azından iki farklı Hz. Musa olduğu sık tartışılan bir tezdir. Birincisi yumuşak
başlı dini lider, diğeri sert ve siyasi Hz. Musa. Bu iki farklı karakter ve iki
farklı din anlayışı hep varlığını korumuş, krallıklar ve Babil sürgünü
sırasında kurumsallaşmıştır.
SERTLEŞEN DİN
Fakat Yahudiler, o zamanki konjonktür
ve kurallar nedeniyle, başlangıçta daha sert olan Yehova kavramını seçmişler, sürgünde
yazılan ve milliyetçi duyguları canlandırmayı amaçlayan Eski Ahit bu yüzden
savaş ve kanla dolmuştur. Eski Mısır bilgisi ve Sümer efsaneleriyle süslenen
inanç modeli başlangıçtaki din modelini değiştirmiştir. Yine de içerideki kapalı
grup tarafından, yumuşak, sevgi dolu Tanrı fikri ve bu Tanrıya sadece arınarak,
nefis terbiyesi ve sevgi yoluyla ulaşılabileceği bilgisi korunmuştur.
Bir süre sonra tek Tanrı
inancının bozulduğunu gören bir grup Musevi, ayrı bir tarikat kurmuştur. Elbette
bu amaçla bir çok tarikat kurulmuştur, ama bu tarikat bizim için daha önemli. Esseniler
denen bu tarikat, Tanrının iyi ve güzel yanlarını ortaya çıkarmıştır. Esseniler
dindar Yahudiler olarak, bozulduğunu düşündükleri dinin yerine, kavramlarda çok
daha yumuşak, ama uygulamada katı yeni bir anlayış kurmuşlardı. Bu gizemli grubun
inancının Hint öğretilerinden de etkilendiği, ama aslında eski Mısır’ın temel
ahlak yasası olan Maat inancına uygun, yani hakikate göre yaşama prensibinde
oldukları bilinmektedir. Bugün bu tarikatın bir çok ezoterik kardeşlik
örgütünde çok büyük etkileri olduğu da bilinen bir gerçektir.
HZ.İSA’NIN MESAJLARI
O dönemde Roma devlet sistemi
mükemmele yakın kayıtlar tutarken, bu kayıtlarda asla yer almayan, hakkındaki
bilgiler gerçek ve tarihi bir kişilik olan Apollonius’la neredeyse aynı olan, Hz.
İsa Esseniler’in bir takipçisi olarak ortaya çıktığında mesajı yine budur.
Ahlak ve sevgi. Yüce Yaratan’ın bilgi ve sevgisini anlatır ve insanlara sadece
seven, müşfik bir Tanrıdan bahseder. Bu tek Tanrıyı mutlu etmek için Mısır’daki
Maat yasasına göre yaşamak yeterlidir. Ama Hz. İsa beklenen Mesih olduğunu
iddia ettiği ve Yahudi Kralı olmak istediği için, Esseniler, Hz. İsa’nın gizli
öğretiyi halka açmasından çok memnun olmazlar. Ve yeraltına çekilirler. Hz. İsa
bilinen şekilde mesajlarını verip, Tanrı’nın yanına gittikten sonra,
takipçileri de Esseniler gibi sessizleşirlerse de, Saul ya da bilinen adıyla
Paul isimli bir Yahudi, aslında İsa’yla hiç karşılaşmamış olmasına rağmen
havari kabul edilen bir “aziz”, İsa’nın mesajlarını ters yüz ederek yeni bir
din kurar. Buradaki Tanrı yine kızgın da olabilmekte, cehennem ve şeytan gibi
kavramlar devreye girmekte, insanlar Tanrı sevgisi yerine Tanrı korkusuna
yönlendirilmektedir. Sonra Aziz Peter’in hayali mezarı üzerine Roma’da kilise
kurulur. İsa’nın ölümünden 300 yıl sonra toplanan İznik Konsül’ü İsa’nın
mesajlarının yanında, onun mesajı olmayan bir sürü kavramı da yeni dinin içine
almıştır. Aynı konsül, Apollonius’la ilgili de çok ilginç kararlar almıştır. Hz.
İsa’nın gerçek mesajları Kumran’da ve Nag Hammadi’de bulunan ve artık
reddedilemeyen gerçek İncillerde mevcuttur. Ve Paul’ün anlattığı dinden çok
farklı, aslında sadece Museviliğin sevgiyle bir olunan Tanrı inancı ve Mısır’daki
Maat yasasını anlattığı bir Yahudi mezhebi önermiştir.
MEKKE
Bu kez Mekke’de yeni bir din
doğar. Hz. Muhammed tamamen putlara taparak yaşayan insanlara tek Tanrıdan
bahsetmiştir. Hz. Muhammed’in anlatıldığı gibi cahil olmadığı, bir çok
eğitimden geçtiği bellidir. Birçok yorumcu kabalist hocalardan, Musevi
öğretilerden de bahseder. Kuran’da en çok adı geçenlerden birinin Hz. Musa
olması da zaten tesadüf değildir. Atası Abraham’ın, yani Hz. İbrahim'in tek Tanrı için inşa ettiği
eve putları dolduracak kadar kuvvetli inançları olan Mekke’deki insanları tek Tanrı
bilgisi ve sevgisine ikna etmek çok zor olmuştur.
Mesajlarını ilk verdiğinde
herkes Hz. Muhammed’in Sabi dinine geçtiğini düşünmüştür. Çünkü öğretilerinin
büyük bir bölümü Sabilikten etkilenmiştir. Zaten kutsal kitaplardan sadece
Kuran Sabileri tek Tanrılı dinler arasında saymıştır. İslam’ın şartları
arasında yer alan namaz kılma, oruç tutma, hac, oruç tutmak, abdest almak,
kurban kesmek, tavaf, üç aylar gibi inanç
ve ritüeller tamamen Sabi kökenlidir. Bütün bu inançlar, söylendiği gibi, o
dönemdeki Arapların gelenekleri değil, Sabi dininin gerekleridir. Hatta namaz,
ya da doğru tabirle salat, tamamen Sabilerden alınmıştır. Sabilerin güneşe
taptıkları gün bugün Sunday, Aya taptıkları gün Monday ya da Lundi, Merkür için
Mercredi, Satürn için Saturday ya da Samedi olarak, Latin kökenli dillerde
yaşamaktadır.
Başlangıçta böyle bir kural
olmamasına rağmen, Hz. Muhammed bütün ibadetlerini neden olduğu bilinmeyen ama
Musevi inancına saygısının bir işareti olduğu reddedilemeyecek bir şekilde Kudüs’e
dönerek yaparken, Medine hicreti sonrasında hicret edenlere geri dönüş ve zafer
umudu aşılayacak şekilde Kâbe’ye dönerek dua etmeye başlamıştır. Zaten adı
huzur ve barış anlamına gelen yeni dinin kırılma noktası da burası olmuştur. Bazı
İslam bilginleri Mekke’de gelen ayetlerle Medine’de gelen ayetlerin içerik ve
üslup açısından farklarına da dikkat çekmişlerdir. Mekke mesajları yani Mekki
ayetler evrensel ve sevgi ağırlıklıyken, Medine ayetleri yani Medeni ayetler yerel
ve korku ağırlıklı bulunmuştur. Medeni ayetlerin toplumsal hayattan medeni
hukuka, devlet örgütlenmesinden kadınların giyimine kadar birçok konudaki düzenlemeleri,
Hz. Ömer’in doğrudan müdahalesi sonrasında gelen ayetlerdir.
Hz. Muhammed, Hz. Musa ve Hz.
İsa’ya göre yaşadığı kesin olan, mesajlarını direkt olarak kendisi aktarmış, ve
iyi bilinen tarihi bir karakterdir. Fakat Hicretteki sürgünün özel şartları
olan Medeni ayetler ve Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ortaya çıkan yeni İslam
yorumları, sünnet ve hadis kavramları, Kuran’ın ve bizatihi Hz. Muhammed’in
uyarılarına karşın, yeni bir din oluşturmuştur. Bunun üzerine, Tanrı sevgisini
savunanlar, batıni bir İslam anlayışına geçmiş, ama büyük kalabalıklar, zahiri
yani görünen İslam’ın korku dolu mesajlarını benimsemişlerdir.
SONUÇ
Tek Tanrılı büyük dinlerin
takipçilerine özel mektuplar da yazacağım. Ama şunu bilmeliyiz ki, Hristiyanlık
ve İslam Museviliğin birer türevi olarak ortaya çıkmış iki dindir. Musevilik
ise doğrudan eski bir Mısır inancından kaynaklanmıştır. Dolayısıyla aslında
bugünkü hâkim dinler, Akhenaton’un dininin takipçileridir.