21 Ağustos 2012 Salı

EVRENİN DİNİ- YEREL VE GÜNCELİN SINIRI


Din nedir, önce bunu açıklığa kavuşturalım. Din “takipçileri tarafından güncel ve yerel hukuktan ve ahlaktan daha üstün tutulan bir yaşam kuralları bütünü”. Daha birçok tanım var. Ama bu tanımlar bütün dinleri kapsamıyor, genellikle örgütlü ve tek tanrılı dinlere odaklılar. Bazı dinlerde Tanrı yok, bazılarında birçok tanrı var. Bazı dinler ibadet önermiyor, bazıları bütün hayatı ibadete, diyanete dayandırıyor. Bu yüzden diğer tanımlamalar yerine dinin bir yaşam kuralları bütünü olduğunu, ve bunun ahlaktan ve hukuktan temel farkının, güncelliği ve yerelliği aşması olduğunu vurgulayan tanım en genel olanı.

Bugün çok eski dinlerin mensubu olup, çok mutlu yaşayan birçok insan da var, bu dinlerin yorum farklılıklarıyla çeşitlenmiş mezheplerine, daha da yeni yorumlarına inananlar da var, inanıp da dinlerinin kurallarını uygulamayanlar da var, hiçbir dine inanmayanlar da… Bu nedenle dinin güncelliği ve yerelliği aşması dışında, aslında ahlak ve hukuk gibi bir kurallar bütünü olması tanımı yeterli.

Bizim bildiğimiz, ve bilmediğimiz dinler, hep geçmişten geliyor. Bildiğimiz zaman kavramı nedeniyle bu son derece normal. Bir din geçmişte ortaya çıkacak ki, sonrasında takipçileri kurallarını yaşatsın. Ama bildiğimiz tarih sınırlı. Yazının 6000 yıllık geçmişi, şimdilik, bizi daha önceki dinleri öğrenmekten alıkoyuyor. Yani aslında bahsettiğimiz sadece 6000 yıllık bir geçmiş.

Yerellik konusu daha da ilginç. Bugün en çok sayıda takipçisi olan bütün dinler Asya kökenli. Tek tanrılı ve bugün hâkim olan dinler sadece Ortadoğu kökenli. Yerel kökenlerine rağmen bu dinler bugün dünya nüfusunun yarısından fazlasını etkiliyorlar. Ama aslında, bildiğimiz kadarıyla bütün dinler dünya kökenli. Yani, eğer evrenin başka köşelerinden öğretilmiş olma ihtimali olsa da, tümünün dünya üzerinde ortaya çıktığı bir gerçek.

Buna rağmen, bir çok dinin takipçileri, kendi dinlerinin dünyanın, geleceğin, ve evrenin tek dini oldukları konusunda çok kesin kabullere sahipler. İşte bu noktada bir sorun yaşıyoruz. Elbette herkes istediğine inanır, ama kendi inancının diğerlerinden daha üstün, hatta evrensel olduğunu iddia etmek, evrenin zaman ve uzay sonsuzluğu içinde, insanoğlunun eğlenceli had bilmezliğini gösteren bir diğer özellik. (Bu yazı nedeniyle ben de aynı davranışın içinde miyim, henüz buna karar veremedim…)

Eğer kendi dinlerinin evrensel olduğunu düşünenler, diğer dinlerden olanlara kötü davranırlarsa, onları kendi dinlerinin kurallarına göre yargılar, yaşam tarzlarına müdahale ederlerse, hatta öldürürlerse, hatta bunları yapmaz ama sadece düşünürlerse, bu aslında, sadece son derece yerel, ve son derece güncel olduklarının delili oluyor. Evrensel bir öğretinin, sadece bugün ve dünyada bizden farklı olanları değil, evrenin her yerindeki farklılıkları da kapsaması, ve her zaman ve her yerde geçerli olması gerekir. Oysa takipçilerinin evrensel olduğundan emin oldukları dinler, geçmişteki bir coğrafyanın değerleriyle, gelecek ve evren için geçerli olduklarını iddia ediyorlar.

Evrensellik zaman ve mekân sınırlarından bağımsız olmak, olabilmektir. Aslında büyük olasılıkla daha başka bağımsızlıklar da gerektirir, ama bunlar bizim algı boyutumuzu aşıyor. Bir bilginin, öğretinin ya da dinin evrensel olabilmesi, ancak zaman ve mekânı her şart ve koşulda aşabilmesiyle mümkün. Bugün hâkim olan dinler geçmişten geldikleri ve yerel oldukları için, modern insanın ihtiyaçlarına cevap vermiyorlar.

Oysa aslında yayılmaya başladıklarında bütün dinler çok daha evrenseldir. Dinin yayılma aşamasında, hoşgörü, basitlik ve şefkat hâkimdir. Bütün dinlerde böyle olmuştur. Fakat daha sonra kurumsallaşma aşamasında, dinin takipçileri, aslında basit, hoşgörülü ve müşfik olan öğretiyi, sert kurallara, hiyerarşiye, reddiyelere boğmuşlar, dinin takipçileri arasındaki dayanışmayı arttırabilmek için, bizden olanlar-olmayanlar ayrışmasını teşvik ve empoze etmişler, ve din, ilk halinden çok daha hoşgörüsüz, karmaşık, ve çatık kaşlı bir şekle dönüşmüştür. Aynı katılaşma, dinin farklı yorumlarına dayanan mezheplerde de görülmüştür.

Bu yüzden bir dini evrensellikten uzaklaştıran, aslında kurumsallaşma aşamasıdır. Bu aşamada kurallar ve kabuller yerel ve o zamana ait değerler üzerinden kurulur, ancak bu değerler gelenekselleştikleri için, başka yer ve zamanlarda da geçerli olmaları beklenir.

Aynı kurumsallaşma aşamasında, diğer dinlerle rekabet, hatta mücadele de söz konusudur. Bu mücadele tarihteki en kanlı savaşlara neden olmuş, tek Tanrı inancını paylaşanlar, birbirlerine büyük zulümlerde bulunmuşlardır. Rekabet, birbirlerini tarihten silme arzusu, aslında dinin ortaya çıktığı yörelerdeki yerellikten, bu kez yaşatıldıkları yerlerdeki yerel değerler üzerinden bir mücadeleye de dönüşmüştür. Örneğin Haçlı savaşları başarıya ulaşsaydı, Hristiyanlığın Roma’da Mitra inancına yaptığı gibi, bugün İslamiyet, o dönemde kabul edilen marjinal bir inanç olarak kabul edilebilirdi. Ya da eğer İslamiyet, İspanya’dan ve Avusturya’dan daha derin Avrupa’ya ilerleyebilseydi, ya da Hitler bütün Musevileri katletseydi, ya da Pakistan kurulmasaydı, ya da Protestan-Katolik savaşlarında taraflardan biri tamamen kazansaydı…

Bir dinin evrensel olabilmesi için, dini olsun olmasın, bütün insanlar ve insanlık, ve hatta evren için de geçerli olabilmesi gerekiyor. Bugün hâkim olan dinler, geçmişin ve doğdukları coğrafyanın güncel ve yerel değerleri üzerine kurulmuş oldukları, ve din tanımında yaptığım gibi, güncel hukuk ve ahlakla çeliştiklerinde, bir çok sorun ortaya çıktığı için, ne yazık ki evrensel değiller.

Bir diğer önemli nokta, dinlerin bilimin henüz açıklayamadığı konularda, insanın zihnini meşgul eden gizemlerde, kesin açıklamalar getirmesinin beklenmesi. Evrenin kendi kendine mi oluştuğu, ya da planlı bir tasarım olup olmadığı, tasarımsa bu tasarımı kimin yaptığı, nasıl ve neden yaptığı gibi aslında, tarihin, fiziğin, özetle bilimin konuları olan alanlarda, bir din açıklamalar yapar ve çoğu zaman olduğu gibi, bilimle çelişirse, o zaman o dinin güvenilirliği kalmıyor. Ve her zaman ve her yerde doğru bilgiler vermeyi de içeren evrensel doğruluk kriteri yine yara alıyor.

Aynı şekilde, ölüm ve sonrası, ruhlar, evrendeki bedenli ve bedensiz hayat gibi konularda da, dinlerin daha çok yerel kabullerinden ortaya çıkan ve tartışılması bile uygun bulunmayan yasaları olduğunu görüyoruz. Ama bütün referansların dünyadaki verilere dayandığı açıklamalar, özellikle ölümden sonrası için anlatılanlar, insanların korkularını beslese de, genellikle çok inanılır bulunmuyor.

Yine bu bağlamda, dinlerin gelecekle ilgili kehanetleri de var. Bazıları yaşanan deneyimlerin bazılarının, diğer bazıları tümünün, önceden planlanmış olduğunu, ölümden sonra, ya da bir kıyamet gününde dinin kurallarını yaşama oranına göre sınıflandırılacağımızı, bundan kaçış olmadığını söylüyorlar. Elbette eğer her şey planlıysa, neden yaşadığımız sorusu bir yana, bütün öğretiyi yine dünya üzerine kurarlarken, evrensellikten uzaklaşıyorlar.

Bir dinin, tarih, fizik, astronomi gibi bilimlerde, ya da ölüm ve sonrası gibi bilinmez alanlarda, o bilimlerden daha fazla bilgisi olduğu iddiası, kesinlikle mümkün olsa da, bu bile o dini evrensel yapmaya yetmez. Üstelik bir dinin evrensel olabilmesi için, sadece dünyayı değil, bütün evreni açıklayabiliyor olması gerekir.

Son olarak, mevcut dinlerin ibadet, ayin ve törenleri de, aslında doğdukları zaman ve mekânın normlarına göre geliştirilmiş olduğundan, evrenin her yerindeki farklı yaratılışları bırakalım, dünyadaki koşullara bile uygun olmuyor. İklim başta olmak üzere, bitki ve hayvan âlemi de hem mekânsal hem zamansal olarak bu kadar farklılaşırken, geçmişin ve dinin doğduğu coğrafyanın, bütün evrende uygulanabilecek tören ve ibadetleri içerdiği, evrenin sonsuzluğu düşünüldüğünde pek mümkün değil.

Bugünkü hâkim dinler, yine de evrensel olduklarını iddia ediyorlar. Oysa evrenin her yerini ve her zamanı bırakalım, dünyanın her yeri ve her zamanını bile kapsamıyorlar.

O zaman yeni bir önerinin tam zamanı…


1 yorum:

  1. Yeni bir öneri mi, yoksa "Kadim Bilgeliğin" bildiklerini, yeniden anlatmaya çalışmak mı ?

    YanıtlaSil