Din nedir, önce
bunu açıklığa kavuşturalım. Din “takipçileri tarafından güncel ve yerel hukuktan
ve ahlaktan daha üstün tutulan bir yaşam kuralları bütünü”. Daha birçok tanım
var. Ama bu tanımlar bütün dinleri kapsamıyor, genellikle örgütlü ve tek
tanrılı dinlere odaklılar. Bazı dinlerde Tanrı yok, bazılarında birçok tanrı
var. Bazı dinler ibadet önermiyor, bazıları bütün hayatı ibadete, diyanete
dayandırıyor. Bu yüzden diğer tanımlamalar yerine dinin bir yaşam kuralları
bütünü olduğunu, ve bunun ahlaktan ve hukuktan temel farkının, güncelliği ve
yerelliği aşması olduğunu vurgulayan tanım en genel olanı.
Bugün çok eski
dinlerin mensubu olup, çok mutlu yaşayan birçok insan da var, bu dinlerin yorum
farklılıklarıyla çeşitlenmiş mezheplerine, daha da yeni yorumlarına inananlar
da var, inanıp da dinlerinin kurallarını uygulamayanlar da var, hiçbir dine
inanmayanlar da… Bu nedenle dinin güncelliği ve yerelliği aşması dışında,
aslında ahlak ve hukuk gibi bir kurallar bütünü olması tanımı yeterli.
Bizim bildiğimiz,
ve bilmediğimiz dinler, hep geçmişten geliyor. Bildiğimiz zaman kavramı nedeniyle
bu son derece normal. Bir din geçmişte ortaya çıkacak ki, sonrasında
takipçileri kurallarını yaşatsın. Ama bildiğimiz tarih sınırlı. Yazının 6000
yıllık geçmişi, şimdilik, bizi daha önceki dinleri öğrenmekten alıkoyuyor. Yani
aslında bahsettiğimiz sadece 6000 yıllık bir geçmiş.
Yerellik konusu
daha da ilginç. Bugün en çok sayıda takipçisi olan bütün dinler Asya kökenli.
Tek tanrılı ve bugün hâkim olan dinler sadece Ortadoğu kökenli. Yerel
kökenlerine rağmen bu dinler bugün dünya nüfusunun yarısından fazlasını
etkiliyorlar. Ama aslında, bildiğimiz kadarıyla bütün dinler dünya kökenli.
Yani, eğer evrenin başka köşelerinden öğretilmiş olma ihtimali olsa da, tümünün
dünya üzerinde ortaya çıktığı bir gerçek.
Buna rağmen, bir
çok dinin takipçileri, kendi dinlerinin dünyanın, geleceğin, ve evrenin tek
dini oldukları konusunda çok kesin kabullere sahipler. İşte bu noktada bir
sorun yaşıyoruz. Elbette herkes istediğine inanır, ama kendi inancının
diğerlerinden daha üstün, hatta evrensel olduğunu iddia etmek, evrenin zaman ve
uzay sonsuzluğu içinde, insanoğlunun eğlenceli had bilmezliğini gösteren bir
diğer özellik. (Bu yazı nedeniyle ben de aynı davranışın içinde miyim, henüz
buna karar veremedim…)
Eğer kendi
dinlerinin evrensel olduğunu düşünenler, diğer dinlerden olanlara kötü
davranırlarsa, onları kendi dinlerinin kurallarına göre yargılar, yaşam
tarzlarına müdahale ederlerse, hatta öldürürlerse, hatta bunları yapmaz ama
sadece düşünürlerse, bu aslında, sadece son derece yerel, ve son derece güncel
olduklarının delili oluyor. Evrensel bir öğretinin, sadece bugün ve dünyada
bizden farklı olanları değil, evrenin her yerindeki farklılıkları da kapsaması,
ve her zaman ve her yerde geçerli olması gerekir. Oysa takipçilerinin evrensel
olduğundan emin oldukları dinler, geçmişteki bir coğrafyanın değerleriyle,
gelecek ve evren için geçerli olduklarını iddia ediyorlar.
Evrensellik zaman
ve mekân sınırlarından bağımsız olmak, olabilmektir. Aslında büyük olasılıkla
daha başka bağımsızlıklar da gerektirir, ama bunlar bizim algı boyutumuzu
aşıyor. Bir bilginin, öğretinin ya da dinin evrensel olabilmesi, ancak zaman ve
mekânı her şart ve koşulda aşabilmesiyle mümkün. Bugün hâkim olan dinler
geçmişten geldikleri ve yerel oldukları için, modern insanın ihtiyaçlarına
cevap vermiyorlar.
Oysa aslında yayılmaya
başladıklarında bütün dinler çok daha evrenseldir. Dinin yayılma aşamasında,
hoşgörü, basitlik ve şefkat hâkimdir. Bütün dinlerde böyle olmuştur. Fakat daha
sonra kurumsallaşma aşamasında, dinin takipçileri, aslında basit, hoşgörülü ve
müşfik olan öğretiyi, sert kurallara, hiyerarşiye, reddiyelere boğmuşlar, dinin
takipçileri arasındaki dayanışmayı arttırabilmek için, bizden
olanlar-olmayanlar ayrışmasını teşvik ve empoze etmişler, ve din, ilk halinden
çok daha hoşgörüsüz, karmaşık, ve çatık kaşlı bir şekle dönüşmüştür. Aynı
katılaşma, dinin farklı yorumlarına dayanan mezheplerde de görülmüştür.
Bu yüzden bir dini
evrensellikten uzaklaştıran, aslında kurumsallaşma aşamasıdır. Bu aşamada
kurallar ve kabuller yerel ve o zamana ait değerler üzerinden kurulur, ancak bu
değerler gelenekselleştikleri için, başka yer ve zamanlarda da geçerli olmaları
beklenir.
Aynı kurumsallaşma
aşamasında, diğer dinlerle rekabet, hatta mücadele de söz konusudur. Bu
mücadele tarihteki en kanlı savaşlara neden olmuş, tek Tanrı inancını paylaşanlar,
birbirlerine büyük zulümlerde bulunmuşlardır. Rekabet, birbirlerini tarihten
silme arzusu, aslında dinin ortaya çıktığı yörelerdeki yerellikten, bu kez
yaşatıldıkları yerlerdeki yerel değerler üzerinden bir mücadeleye de
dönüşmüştür. Örneğin Haçlı savaşları başarıya ulaşsaydı, Hristiyanlığın Roma’da
Mitra inancına yaptığı gibi, bugün İslamiyet, o dönemde kabul edilen marjinal
bir inanç olarak kabul edilebilirdi. Ya da eğer İslamiyet, İspanya’dan ve
Avusturya’dan daha derin Avrupa’ya ilerleyebilseydi, ya da Hitler bütün
Musevileri katletseydi, ya da Pakistan kurulmasaydı, ya da Protestan-Katolik
savaşlarında taraflardan biri tamamen kazansaydı…
Bir dinin evrensel
olabilmesi için, dini olsun olmasın, bütün insanlar ve insanlık, ve hatta evren
için de geçerli olabilmesi gerekiyor. Bugün hâkim olan dinler, geçmişin ve
doğdukları coğrafyanın güncel ve yerel değerleri üzerine kurulmuş oldukları, ve
din tanımında yaptığım gibi, güncel hukuk ve ahlakla çeliştiklerinde, bir çok
sorun ortaya çıktığı için, ne yazık ki evrensel değiller.
Bir diğer önemli
nokta, dinlerin bilimin henüz açıklayamadığı konularda, insanın zihnini meşgul
eden gizemlerde, kesin açıklamalar getirmesinin beklenmesi. Evrenin kendi
kendine mi oluştuğu, ya da planlı bir tasarım olup olmadığı, tasarımsa bu
tasarımı kimin yaptığı, nasıl ve neden yaptığı gibi aslında, tarihin, fiziğin,
özetle bilimin konuları olan alanlarda, bir din açıklamalar yapar ve çoğu zaman
olduğu gibi, bilimle çelişirse, o zaman o dinin güvenilirliği kalmıyor. Ve her
zaman ve her yerde doğru bilgiler vermeyi de içeren evrensel doğruluk kriteri
yine yara alıyor.
Aynı şekilde, ölüm
ve sonrası, ruhlar, evrendeki bedenli ve bedensiz hayat gibi konularda da,
dinlerin daha çok yerel kabullerinden ortaya çıkan ve tartışılması bile uygun
bulunmayan yasaları olduğunu görüyoruz. Ama bütün referansların dünyadaki
verilere dayandığı açıklamalar, özellikle ölümden sonrası için anlatılanlar,
insanların korkularını beslese de, genellikle çok inanılır bulunmuyor.
Yine bu bağlamda,
dinlerin gelecekle ilgili kehanetleri de var. Bazıları yaşanan deneyimlerin
bazılarının, diğer bazıları tümünün, önceden planlanmış olduğunu, ölümden
sonra, ya da bir kıyamet gününde dinin kurallarını yaşama oranına göre
sınıflandırılacağımızı, bundan kaçış olmadığını söylüyorlar. Elbette eğer her
şey planlıysa, neden yaşadığımız sorusu bir yana, bütün öğretiyi yine dünya
üzerine kurarlarken, evrensellikten uzaklaşıyorlar.
Bir dinin, tarih,
fizik, astronomi gibi bilimlerde, ya da ölüm ve sonrası gibi bilinmez alanlarda,
o bilimlerden daha fazla bilgisi olduğu iddiası, kesinlikle mümkün olsa da, bu
bile o dini evrensel yapmaya yetmez. Üstelik bir dinin evrensel olabilmesi
için, sadece dünyayı değil, bütün evreni açıklayabiliyor olması gerekir.
Son olarak, mevcut
dinlerin ibadet, ayin ve törenleri de, aslında doğdukları zaman ve mekânın
normlarına göre geliştirilmiş olduğundan, evrenin her yerindeki farklı
yaratılışları bırakalım, dünyadaki koşullara bile uygun olmuyor. İklim başta
olmak üzere, bitki ve hayvan âlemi de hem mekânsal hem zamansal olarak bu kadar
farklılaşırken, geçmişin ve dinin doğduğu coğrafyanın, bütün evrende
uygulanabilecek tören ve ibadetleri içerdiği, evrenin sonsuzluğu düşünüldüğünde
pek mümkün değil.
Bugünkü hâkim
dinler, yine de evrensel olduklarını iddia ediyorlar. Oysa evrenin her yerini
ve her zamanı bırakalım, dünyanın her yeri ve her zamanını bile kapsamıyorlar.
O zaman yeni bir
önerinin tam zamanı…
Yeni bir öneri mi, yoksa "Kadim Bilgeliğin" bildiklerini, yeniden anlatmaya çalışmak mı ?
YanıtlaSil