21 Ağustos 2012 Salı

EVRENİN DİNİ TEMEL KURAL


Tanrı nedir başlıklı yazımda ve bölümde, uzun uzun açıklamaya çalışacağım ama Tanrı kesinlikle var. Ve bildiğimizden çok farklı.

Uzakta bir yerde, bizden ayrı, farklı, sevgi ve ışığın merkezi, bizi zaman zaman sevgiyle cezalandıran, ya da son derece dünyevi ödüllere boğan bir yargıç değil.

Tanrı hepimizin bileşkesi. İradelerimizin, seçimlerimizin, kendimizi değiştirme gücümüzün bileşkesi.

Kendisini tanımak istemiş, ve sonsuz dönüş potansiyelini kutuplulukta karşılaşacak şekilde yeniden yaratmış. Kutupluluğun yatay sekiz şeklindeki sonsuz dönüşünde, her seferinde ortada kendisiyle karşılaşmış, ve kendisini tanımaya devam etmiş ve hala bizler aracılığıyla kendisini tanımaya devam ediyor.

Aslında tek bir amacımız var. Bizi, kendisini tanıyabilmek için bütününden ayıran Tanrı’ya ve bütününe yeniden kavuşabilmek için, içimizdeki Tanrı’yı tanımak. Yaratılış amacımız bu. Evrenin yaratılış amacı da bu.

Bu kadar basit. Karmaşıklaştırsalar da, zorlaştırsalar da, gerçek bu kadar basit…

Ama eğer bunun nasıl gerçekleştiğine bakarsak, sistem son derece karmaşık. Amaç basit, ve aslında en derinimizde hepimiz bu amacı da biliyoruz. Yine de insan aklı, nasıl sorusunun cevabını muhakkak öğrenmek istiyor. Bugün bilim, nedenleri tespit edebilmek için nasıl sorusunun tamamen yanıtlanması gerektiğini, eğer nasıl sorusunu yanıtlayamazsak, neden sorusuna geçmememiz gerektiğini, neden sorusunun kesin ve bilimsel bir cevabı olamayacağı için, bununla uğraşmamamızı, nasıllara odaklanmamızı öneriyor.

Halbuki nedeni içimizde biliyoruz. Evren de, biz de, sadece parçası olduğumuz Tanrı kendisini daha iyi tanısın diye varız. Bu bilimsel mi? Henüz değil. Bunu içlerinde bilenler bu bilgiyle yetinirler mi? Hayır, nasıl olduğunu da bilmek isterler.

Oysa nasıl sorusunun cevabı evrensel değil. Yani evrenin her yerinde aynı nasıl mekanizması ve sistemi çalışmıyor. Farklı düzeylerde, farklı mekanizmalar var. Pekiyi bunların ortak kuralları var mı? Evet, var.

Nasıl sorusuna ve bizim evrensel dine göre dünyada nasıl yaşadığımıza ve nasıl yaşamamız gerektiğine daha sonra yine döneceğim. Ama önce temel kuralları incelememiz lazım.

Bütün kurallar Tanrı’nın kendisini tanımak için, potansiyelini harekete geçirmesi, ve parçalarının deneyiminden öğrenmesi amacına hizmet eder. Bu yüzden, bütün kurallar, bu öğrenme sürecini beslemek, zenginleştirmek, ve güzelleştirmek için mevcuttur.

Amaç olabildiğince çok deneyim, bilgi ve çeşitliliktir. Bunların sağlanabilmesi için, önlerinin açık olması, ve engellenmemeleri gerekir. Yani genel olarak, deneyimi, bilgiyi ve çeşitliliği engelleyen her şey yasak, arttıran her şey de uygundur.

Parçaların bütüne doğru yolculuklarında, uymaları gereken temel kural çok basittir. “Sana yapılmasını istemediklerini kendine ve başkalarına yapma, sana yapılmasını istediklerini kendine ve başkalarına yap”.

Bu kural evrenseldir. Ve bütün zamanlarda ve mekânlarda geçerlidir.

“Sana yapılmasını istemediklerini başkasına yapma” bölümü, bilinen bir kavram, ve bizim alışık olduğumuz türden dinlerin “yapma” kurallarına benziyor. Elbette dinlerde yasaklanan, ve Tanrı’nın buyruğu olduğu için yasaklandıkları düşünülen daha bir çok eylem var. Bunlar bahsettiğim geçmiş ve yerel kültürlerde çok daha önemli ve anlamlılar. Ama evrensel değiller. Çok büyük olasılıkla evrenin her yerinde yenmemesi gereken domuzlar veya inekler yok. Ama kural, sadece kişinin vicdanına sesleniyor. “Sana yapılması durumunda hoşuna gitmeyecek bir şeyi, başkalarına da uygulama” derken, aslında hem zaman ve mekân olarak çok daha genel bir açıdan bakıyor, hem de ahlakı bireyselleştiriyor. Bu durumda şu sorulabilir, kendisinin öldürülmesini umursamayan biri, başkasını öldürebilir mi, ya da, tecavüz edilmeyi umursamıyorsa, tecavüz edebilir mi? Kurala basit açıdan bakarsak evet. Ama başkası derken, sadece karşımızdaki diğer birey kast edilmiyor. Öldüreceğiniz insan birinin oğlu ya da babası, tecavüz edeceğiniz kadın birinin kızı ya da annesi ise, “oğlunuzun-babanızın öldürülmesi, ya da kızınıza-annenize tecavüz edilmesini ister misiniz?” sorusu da kuralın içinde.

Ama eğer biri, her şeye rağmen, bunları umursamıyorsa, ki son derece mümkün, o zaman bunu yapar. O zaman, belki gerçekten, belki de sadece zihnimizde, onu yargılar, mahkum eder, cezalandırırız. Aslında onun, Tanrı’nın kendisini tanıma deneyiminin bir parçası olduğunu, onun da bizimle aynı bütünün bir parçası olduğunu unutmuş oluruz…

Birini öldürmek ya da öldürebilmek, ya da tecavüz, benim seçimim değil. Kendi hayatımı değil, ama çocuklarımın hayatlarını koruma noktasına gelirsem, ne yaparım bilmiyorum. Ama biliyorum ki, eğer biri bunların kendisine yapılmasını umursamıyorsa, yapacaktır.

Diğer taraftan, bu istisnai örnekler dışında, bunları yapanların çoğu, aslında kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyi başkalarına yapanlar. Yani kurala uymayanlar. Pekiyi biz o zaman onları nasıl cezalandıracağız?

Tabii ki, aynı kurala uyarak. Eğer böyle bir suç işlersek, bize ne yapılmasını istemiyorsak, bu insanlara da onu yapmayacağız. Çok zor, ama kural böyle. Eğer uyacaksak, basit bir kuralın son derece karmaşıklaşabilen sonuçları olsa da, yine de uyacağız.

Kural daha az bilinen bölümüyle devam ediyor: “sana yapılmasını istediklerini başkalarına yap”. Aslında bütün dinlerin “yap” bölümleri birbirine “yapma” bölümlerinden çok daha fazla benziyor. Yardımlaşma, sevgi, hoşgörü, koruma gibi, yüksek erdemler öneriliyor. Bazen yine dinlerin doğduğu zaman ve mekânlara ait özel “iyilikler”, olsa da, tümünde benzer şeyler var. Dinin takipçileri daha yüksek erdemlere ve ahlaka çağrılıyorlar. Bu nedenle aslında bütün dinlerin “yap” bölümleri genelde aynı. (Ama o zaman, eğer amaç Tanrı’nın kendisini tanıması için daha çok deneyim ve çeşitlilik sonucunda daha çok bilgiyse, ve eğer herkes aynı yüksek ahlakın parçaları olursa, o zaman bu yüksek ahlak, deneyimin sona ermesi anlamına mı geliyor? Bu güzel soruya daha sonra yanıt vereceğim.)

Ama bazen bize yapılmasını çok istediğimiz bazı şeyler, dinlerin “yapma”lar listesinde yer alabiliyor. Bu durumda, bize yapılmasını istediğimiz bir şeyi yaparken, karşımızdakinin, ya da kendi dinimizin kurallarına karşı gelebiliyoruz. Bu durumda, özellikle “yapma” kurallarının daha önce de ifade ettiğim gibi, dinlerin ortaya çıktıkları zaman ve mekan koordinatlarıyla sınırlı olduklarını, ve evrensel olamadıklarını düşünmeliyiz.

Genellikle bundan daha ilginç olarak, kendimize yapılmasını istediğimiz şeyleri başkalarına yaparken, onların bunu isteyip istemediklerini sormuyoruz. Eğer bize yapılmasını istiyorsak, muhakkak o da istiyordur sanıyoruz. Ve bu bazen zorlamalara, baskılara kadar gidebiliyor. O zaman kurala başkalarından onay alma şartını da eklemek gerekiyor. Ama daha derine inersek, kural aslında bunu da kapsıyor. Eğer bir başkasının kendisine yapılmasını istediği bir şeyi bize yapmadan önce, bizim bunu isteyip istemediğimizi sormasını istiyorsak, biz de kurala uygun olarak, böyle yapmalıyız.

Ama evrensel kural bu ikisinin toplamından farklı. Çünkü bu iki kural sadece başkalarıyla ilişkimizi düzenliyor. Bütünün bizim dışımızdaki parçalarına nasıl davranabileceğimizi, nasıl davranmamız gerektiğini özetliyor. Ama Tanrı’nın ben olan parçasıyla, benim Tanrı olan parçamla ilişkim konusunda eksik.

Hâlbuki amaç, Tanrı’nın kendisini tanıyabilmesi için bölündüğü parçalardan biri olarak, içimdeki Tanrı’yı tanımamsa, aslında en önemli ilişkim kendimle olan ilişki. Ve bu nedenle aynı kuralları kendim için de uygulamalıyım. Kendime, başkalarının bana yapmasını istemediklerimi yapmamalı, başkalarının bana yapmasını istediklerimi yapmalıyım.

Modern insanın en zorlandığı bölüm bu. Gittikçe artan sosyalleşmeler nedeniyle, sadece kendi küçük çevresinin değil, çok daha büyük grup ve kültürlerin etki alanındayken, doğru davranma, doğru yaşama, toplumsal kabul, başarı gibi konularda uyması gereken çok daha fazla kural var. Bu nedenle insanlar kendilerine başkalarına davrandıklarından daha “kötü” davranıyorlar. Kendilerini zorluyor, cezalandırıyor, zulmediyorlar. Oysa kural gereği başkalarına yapmayacakları hiçbir şeyi kendilerine de yapmamalılar.

Bir diğer konu ise, insanların kendileri için güzel şeyler yapmayı, kendilerine güzel davranmayı unutmuş, ya da daha kötüsü hiç öğrenmemiş olmaları. Özellikle doğu toplumlarında biz kavramı, ben kavramının hep önündeyken, insanlar, arzularını, tutkularını, keyif ve hazlarını hep erteliyorlar. Başkalarının beklentilerine göre yaşarken kendilerine bir türlü sıra gelmiyor.

Daha az sayıda olsa da, gittikçe büyüyen bir grup insan ise, kendilerine çok fazla özgürlük tanırken, başkalarını umursamıyorlar. Daha çok yeniçağ gruplarında var olan bir düşünce sistemi bu. Ama gelişmeyi durduran, pasifist, razı ve teslim bir ruh hali, Tanrı’nın kendisini tanıyabilmesi deneyimine hizmet etmez. Tanrı daha fazlasını öğrenmek için, bizim razı olmamızı değil, deneyimlememizi bekliyor.

Kendimizle kuracağımız ilişkinin çok basit bir kuralı var aslında, o da kendimize çocuğumuz gibi davranmak. Kaç yaşında olursak olalım, ya da çocuğumuz olsun olmasın, o anda kendimize, ebeveyn olarak çocuğumuza bakar gibi bakmayı başarabilmek. Kendinize hayatı çocuğunuza öğretir gibi öğretmek. Onu ödüllendirir gibi teşvik etmek, motive etmek, cesaretlendirmek, güçlendirmek, şefkat göstermek. Ama bunun yanında, hatalarından ders almasını sağlamak, riskleri doğru hesaplamayı öğretmek, disiplini elden bırakmamasını sağlamak…

Herkes aslında Tanrı’nın çocuğu. Eğer onun bize nasıl baktığını anlamak istiyorsanız, çocuğunuza nasıl baktığınızı inceleyin. Eğer bir karar aşamasındaysanız, çocuğunuz hangi seçeneği seçse mutlu olacağınızı düşünün? Sevgili ya da eş adayı gibi mesela, çocuğunuz böyle biriyle gelse ne hissederdiniz? Ya da önünüzdeki kariyer seçenekleri, ya da bütçe kararları, çocuğunuz hangisini seçsin isterdiniz?

Temel ve evrensel kural bir tane ve çok basit: Sana yapılmasını istemediklerini kendine ve başkalarına yapma, sana yapılmasını istediklerini, kendine ve başkalarına yap.

Eğer bu kurala uyabilirsek, bütüne doğru yolculuğumuz, amacına ulaşabilecek, eğer uyamazsak, o zaman ne yazık ki, yolculuğumuz çok daha uzun sürecek.

2 yorum:

  1. Yazdiklarin, yaklasimlarin bu konudaki derin bilgi ve dusuncelerin oldugunu gosteriyor. Ben oldukca ilginc buldum. Cogu insan bu konulari dusunur ve ben kendi adima soyliyeyim cok fazla kafam karisir. Oncelikle dusunceliklerini net bir sekilde anlatabilmen, karisik bir konu gibi durmasina ragmen, cok iyi. Devamini bekliyorum.
    Sevgiler
    Ayse Keskiner Musullugil

    YanıtlaSil
  2. tüm yazılarınızı okudum. tam olarak benim gibi düşünmeniz beni heyecanlandırdı. Yazılarınızın daha geniş kitlelerce okunmasını sağlamasınız.
    saygılar.

    YanıtlaSil