Tanrı nedir
başlıklı yazımda ve bölümde, uzun uzun açıklamaya çalışacağım ama Tanrı
kesinlikle var. Ve bildiğimizden çok farklı.
Uzakta bir yerde,
bizden ayrı, farklı, sevgi ve ışığın merkezi, bizi zaman zaman sevgiyle
cezalandıran, ya da son derece dünyevi ödüllere boğan bir yargıç değil.
Tanrı hepimizin
bileşkesi. İradelerimizin, seçimlerimizin, kendimizi değiştirme gücümüzün
bileşkesi.
Kendisini tanımak
istemiş, ve sonsuz dönüş potansiyelini kutuplulukta karşılaşacak şekilde
yeniden yaratmış. Kutupluluğun yatay sekiz şeklindeki sonsuz dönüşünde, her
seferinde ortada kendisiyle karşılaşmış, ve kendisini tanımaya devam etmiş ve
hala bizler aracılığıyla kendisini tanımaya devam ediyor.
Aslında tek bir
amacımız var. Bizi, kendisini tanıyabilmek için bütününden ayıran Tanrı’ya ve
bütününe yeniden kavuşabilmek için, içimizdeki Tanrı’yı tanımak. Yaratılış
amacımız bu. Evrenin yaratılış amacı da bu.
Bu kadar basit.
Karmaşıklaştırsalar da, zorlaştırsalar da, gerçek bu kadar basit…
Ama eğer bunun
nasıl gerçekleştiğine bakarsak, sistem son derece karmaşık. Amaç basit, ve
aslında en derinimizde hepimiz bu amacı da biliyoruz. Yine de insan aklı, nasıl
sorusunun cevabını muhakkak öğrenmek istiyor. Bugün bilim, nedenleri tespit
edebilmek için nasıl sorusunun tamamen yanıtlanması gerektiğini, eğer nasıl
sorusunu yanıtlayamazsak, neden sorusuna geçmememiz gerektiğini, neden
sorusunun kesin ve bilimsel bir cevabı olamayacağı için, bununla uğraşmamamızı,
nasıllara odaklanmamızı öneriyor.
Halbuki nedeni
içimizde biliyoruz. Evren de, biz de, sadece parçası olduğumuz Tanrı kendisini
daha iyi tanısın diye varız. Bu bilimsel mi? Henüz değil. Bunu içlerinde
bilenler bu bilgiyle yetinirler mi? Hayır, nasıl olduğunu da bilmek isterler.
Oysa nasıl
sorusunun cevabı evrensel değil. Yani evrenin her yerinde aynı nasıl
mekanizması ve sistemi çalışmıyor. Farklı düzeylerde, farklı mekanizmalar var.
Pekiyi bunların ortak kuralları var mı? Evet, var.
Nasıl sorusuna ve
bizim evrensel dine göre dünyada nasıl yaşadığımıza ve nasıl yaşamamız
gerektiğine daha sonra yine döneceğim. Ama önce temel kuralları incelememiz
lazım.
Bütün kurallar
Tanrı’nın kendisini tanımak için, potansiyelini harekete geçirmesi, ve
parçalarının deneyiminden öğrenmesi amacına hizmet eder. Bu yüzden, bütün
kurallar, bu öğrenme sürecini beslemek, zenginleştirmek, ve güzelleştirmek için
mevcuttur.
Amaç olabildiğince
çok deneyim, bilgi ve çeşitliliktir. Bunların sağlanabilmesi için, önlerinin
açık olması, ve engellenmemeleri gerekir. Yani genel olarak, deneyimi, bilgiyi
ve çeşitliliği engelleyen her şey yasak, arttıran her şey de uygundur.
Parçaların bütüne
doğru yolculuklarında, uymaları gereken temel kural çok basittir. “Sana
yapılmasını istemediklerini kendine ve başkalarına yapma, sana yapılmasını
istediklerini kendine ve başkalarına yap”.
Bu kural
evrenseldir. Ve bütün zamanlarda ve mekânlarda geçerlidir.
“Sana yapılmasını
istemediklerini başkasına yapma” bölümü, bilinen bir kavram, ve bizim alışık
olduğumuz türden dinlerin “yapma” kurallarına benziyor. Elbette dinlerde
yasaklanan, ve Tanrı’nın buyruğu olduğu için yasaklandıkları düşünülen daha bir
çok eylem var. Bunlar bahsettiğim geçmiş ve yerel kültürlerde çok daha önemli
ve anlamlılar. Ama evrensel değiller. Çok büyük olasılıkla evrenin her yerinde
yenmemesi gereken domuzlar veya inekler yok. Ama kural, sadece kişinin
vicdanına sesleniyor. “Sana yapılması durumunda hoşuna gitmeyecek bir şeyi,
başkalarına da uygulama” derken, aslında hem zaman ve mekân olarak çok daha
genel bir açıdan bakıyor, hem de ahlakı bireyselleştiriyor. Bu durumda şu
sorulabilir, kendisinin öldürülmesini umursamayan biri, başkasını öldürebilir
mi, ya da, tecavüz edilmeyi umursamıyorsa, tecavüz edebilir mi? Kurala basit
açıdan bakarsak evet. Ama başkası derken, sadece karşımızdaki diğer birey kast
edilmiyor. Öldüreceğiniz insan birinin oğlu ya da babası, tecavüz edeceğiniz
kadın birinin kızı ya da annesi ise, “oğlunuzun-babanızın öldürülmesi, ya da
kızınıza-annenize tecavüz edilmesini ister misiniz?” sorusu da kuralın içinde.
Ama eğer biri, her
şeye rağmen, bunları umursamıyorsa, ki son derece mümkün, o zaman bunu yapar. O
zaman, belki gerçekten, belki de sadece zihnimizde, onu yargılar, mahkum eder,
cezalandırırız. Aslında onun, Tanrı’nın kendisini tanıma deneyiminin bir
parçası olduğunu, onun da bizimle aynı bütünün bir parçası olduğunu unutmuş
oluruz…
Birini öldürmek ya
da öldürebilmek, ya da tecavüz, benim seçimim değil. Kendi hayatımı değil, ama
çocuklarımın hayatlarını koruma noktasına gelirsem, ne yaparım bilmiyorum. Ama
biliyorum ki, eğer biri bunların kendisine yapılmasını umursamıyorsa,
yapacaktır.
Diğer taraftan, bu
istisnai örnekler dışında, bunları yapanların çoğu, aslında kendilerine
yapılmasını istemedikleri şeyi başkalarına yapanlar. Yani kurala uymayanlar.
Pekiyi biz o zaman onları nasıl cezalandıracağız?
Tabii ki, aynı
kurala uyarak. Eğer böyle bir suç işlersek, bize ne yapılmasını istemiyorsak,
bu insanlara da onu yapmayacağız. Çok zor, ama kural böyle. Eğer uyacaksak,
basit bir kuralın son derece karmaşıklaşabilen sonuçları olsa da, yine de
uyacağız.
Kural daha az
bilinen bölümüyle devam ediyor: “sana yapılmasını istediklerini başkalarına
yap”. Aslında bütün dinlerin “yap” bölümleri birbirine “yapma” bölümlerinden
çok daha fazla benziyor. Yardımlaşma, sevgi, hoşgörü, koruma gibi, yüksek
erdemler öneriliyor. Bazen yine dinlerin doğduğu zaman ve mekânlara ait özel
“iyilikler”, olsa da, tümünde benzer şeyler var. Dinin takipçileri daha yüksek
erdemlere ve ahlaka çağrılıyorlar. Bu nedenle aslında bütün dinlerin “yap”
bölümleri genelde aynı. (Ama o zaman, eğer amaç Tanrı’nın kendisini tanıması
için daha çok deneyim ve çeşitlilik sonucunda daha çok bilgiyse, ve eğer herkes
aynı yüksek ahlakın parçaları olursa, o zaman bu yüksek ahlak, deneyimin sona
ermesi anlamına mı geliyor? Bu güzel soruya daha sonra yanıt vereceğim.)
Ama bazen bize
yapılmasını çok istediğimiz bazı şeyler, dinlerin “yapma”lar listesinde yer
alabiliyor. Bu durumda, bize yapılmasını istediğimiz bir şeyi yaparken,
karşımızdakinin, ya da kendi dinimizin kurallarına karşı gelebiliyoruz. Bu
durumda, özellikle “yapma” kurallarının daha önce de ifade ettiğim gibi,
dinlerin ortaya çıktıkları zaman ve mekan koordinatlarıyla sınırlı olduklarını,
ve evrensel olamadıklarını düşünmeliyiz.
Genellikle bundan
daha ilginç olarak, kendimize yapılmasını istediğimiz şeyleri başkalarına
yaparken, onların bunu isteyip istemediklerini sormuyoruz. Eğer bize
yapılmasını istiyorsak, muhakkak o da istiyordur sanıyoruz. Ve bu bazen
zorlamalara, baskılara kadar gidebiliyor. O zaman kurala başkalarından onay
alma şartını da eklemek gerekiyor. Ama daha derine inersek, kural aslında bunu
da kapsıyor. Eğer bir başkasının kendisine yapılmasını istediği bir şeyi bize
yapmadan önce, bizim bunu isteyip istemediğimizi sormasını istiyorsak, biz de
kurala uygun olarak, böyle yapmalıyız.
Ama evrensel kural
bu ikisinin toplamından farklı. Çünkü bu iki kural sadece başkalarıyla
ilişkimizi düzenliyor. Bütünün bizim dışımızdaki parçalarına nasıl
davranabileceğimizi, nasıl davranmamız gerektiğini özetliyor. Ama Tanrı’nın ben
olan parçasıyla, benim Tanrı olan parçamla ilişkim konusunda eksik.
Hâlbuki amaç,
Tanrı’nın kendisini tanıyabilmesi için bölündüğü parçalardan biri olarak,
içimdeki Tanrı’yı tanımamsa, aslında en önemli ilişkim kendimle olan ilişki. Ve
bu nedenle aynı kuralları kendim için de uygulamalıyım. Kendime, başkalarının
bana yapmasını istemediklerimi yapmamalı, başkalarının bana yapmasını
istediklerimi yapmalıyım.
Modern insanın en
zorlandığı bölüm bu. Gittikçe artan sosyalleşmeler nedeniyle, sadece kendi
küçük çevresinin değil, çok daha büyük grup ve kültürlerin etki alanındayken,
doğru davranma, doğru yaşama, toplumsal kabul, başarı gibi konularda uyması
gereken çok daha fazla kural var. Bu nedenle insanlar kendilerine başkalarına
davrandıklarından daha “kötü” davranıyorlar. Kendilerini zorluyor,
cezalandırıyor, zulmediyorlar. Oysa kural gereği başkalarına yapmayacakları
hiçbir şeyi kendilerine de yapmamalılar.
Bir diğer konu ise,
insanların kendileri için güzel şeyler yapmayı, kendilerine güzel davranmayı
unutmuş, ya da daha kötüsü hiç öğrenmemiş olmaları. Özellikle doğu toplumlarında
biz kavramı, ben kavramının hep önündeyken, insanlar, arzularını, tutkularını,
keyif ve hazlarını hep erteliyorlar. Başkalarının beklentilerine göre yaşarken
kendilerine bir türlü sıra gelmiyor.
Daha az sayıda olsa
da, gittikçe büyüyen bir grup insan ise, kendilerine çok fazla özgürlük
tanırken, başkalarını umursamıyorlar. Daha çok yeniçağ gruplarında var olan bir
düşünce sistemi bu. Ama gelişmeyi durduran, pasifist, razı ve teslim bir ruh
hali, Tanrı’nın kendisini tanıyabilmesi deneyimine hizmet etmez. Tanrı daha
fazlasını öğrenmek için, bizim razı olmamızı değil, deneyimlememizi bekliyor.
Kendimizle
kuracağımız ilişkinin çok basit bir kuralı var aslında, o da kendimize
çocuğumuz gibi davranmak. Kaç yaşında olursak olalım, ya da çocuğumuz olsun
olmasın, o anda kendimize, ebeveyn olarak çocuğumuza bakar gibi bakmayı
başarabilmek. Kendinize hayatı çocuğunuza öğretir gibi öğretmek. Onu
ödüllendirir gibi teşvik etmek, motive etmek, cesaretlendirmek, güçlendirmek,
şefkat göstermek. Ama bunun yanında, hatalarından ders almasını sağlamak,
riskleri doğru hesaplamayı öğretmek, disiplini elden bırakmamasını sağlamak…
Herkes aslında
Tanrı’nın çocuğu. Eğer onun bize nasıl baktığını anlamak istiyorsanız,
çocuğunuza nasıl baktığınızı inceleyin. Eğer bir karar aşamasındaysanız,
çocuğunuz hangi seçeneği seçse mutlu olacağınızı düşünün? Sevgili ya da eş
adayı gibi mesela, çocuğunuz böyle biriyle gelse ne hissederdiniz? Ya da
önünüzdeki kariyer seçenekleri, ya da bütçe kararları, çocuğunuz hangisini
seçsin isterdiniz?
Temel ve evrensel
kural bir tane ve çok basit: Sana yapılmasını istemediklerini kendine ve
başkalarına yapma, sana yapılmasını istediklerini, kendine ve başkalarına yap.
Eğer bu kurala
uyabilirsek, bütüne doğru yolculuğumuz, amacına ulaşabilecek, eğer uyamazsak, o
zaman ne yazık ki, yolculuğumuz çok daha uzun sürecek.
Yazdiklarin, yaklasimlarin bu konudaki derin bilgi ve dusuncelerin oldugunu gosteriyor. Ben oldukca ilginc buldum. Cogu insan bu konulari dusunur ve ben kendi adima soyliyeyim cok fazla kafam karisir. Oncelikle dusunceliklerini net bir sekilde anlatabilmen, karisik bir konu gibi durmasina ragmen, cok iyi. Devamini bekliyorum.
YanıtlaSilSevgiler
Ayse Keskiner Musullugil
tüm yazılarınızı okudum. tam olarak benim gibi düşünmeniz beni heyecanlandırdı. Yazılarınızın daha geniş kitlelerce okunmasını sağlamasınız.
YanıtlaSilsaygılar.